KURALSIZ GENÇLİK
FELSEFESİ
Mehmet i fazla sıkıştırmamak için konuyu değiştirdim. Bu açık sözlü mert ve biraz da pervasız genci biraz daha yakından tanımak istedim.
Biraz kendisinden ve ailesinden söz etti. Bir erkek bir de kız kardeşi
varmış. Mali durumlarının iyi olduğunu söyledi.
Konuya biraz daha açıklık getirmek için:
Mehmet ,dedim. Ailevi probleminin ve mali sıkıntının olmadığı anlaşılıyor.
Bu kuralsızlık felsefesi nereden oluştu?
“Hocam,dedi. Çok kitap okurum ,çok gezerim ve insanlarla ilişki kurmayı
çok severim. Özellikle farklı ve alışılmamış şeyler ilgimi çok çeker.
Düznli ,oturmuş,planlı ve monoton bir hayat bana göre değildir. Yaşadığım
hayatın kurallarını kendim koymalıyım veya beni engelleyecek her kuralı
kaldırabilmeliyim.
Zevkime görüşlerime tarzıma mani olan her şey bana göre kötü şeydir.
İstediğim gibi gezmek,istediğim gibi giyinmek,istediğim gibi yaşamak
istiyorum.
Sormak isteyip de kırmamak için sormadığım bir konuyu ,sanki içimi
okurcasına kendisi açtı.
“Hocam,bu anlatyıklarımdan sonra,aklınıza gelmiş olduğunu düşündüğüm
inanç boyutumu herhalde merak ettiniz.”
Gülerek:
“Evet “ dedim.
“O zaman açık bir şekilde ifade etmek isterim.
“İlkokul ve ortaokul döneminde ,din ve dine dair şeylere büyük bir
ilgim vardı. Gerek öğretmenlerimizin,gerekse de arkadaşlarımızın tavsiye
ettiği kitapları okuduktan sonra ,dikkatlerim başka dünyalara kaydı.”
“Ne gibi ?” diye sordum.
“Materyalizme ve darwinizme karşı ilgi duydum. Bu konuda ciddi çalışmalar
yaptım.”
“Peki geldiğin nokta neresi oldu?”
biraz ezik büzük tavırla:
“Din ve Allah ile ilgili bilgilerin ve görüşlerin,çağın çok
gerisinde kaldığına inanıyorum. Asırlar önce ortaya atılmış bir yaşam
biçimiyle ,uzay çağını yaşamak bana çok saçma geliyor.
“İnsanlar istedikleri şeye inanabilirler. Onlara gerçekten saygı
duyuyorum. Çünkü,benim annem ve babam da namaz kılıyor. Ama ben böyle şeylere
inanmıyorum.
Benim için tek geçerli yol,kuralsız,açık ve engelsiz bir yaşam biçimidir.
Dilediğim gibi özgürce ve gerektiğinde kuralları kendim koyarak...”
“Peki bu mümkün mü?” diye sordum.
“Değilse bile ,en azından öyle olmasını arzu ediyorum.” Dedi.
“Dinden ve Allah tan kaçışının nedeni,yaşamına engel olacak bazı
kurallar getirdiği için mi?”
“Evet. Çünkü,dinler insanların tam zevk ve keyif almalarını
engelliyorlar. İnsanın tam zevk ve keyif alması ve dilediği biçimde bir
hayat oluşturması için,dinden ve dinin kurallarından kurtulması lazımdır.
Hatta bu konuyu hiç düşünmemesi lazımdır.”
“Yani bu konuları düşünmek de mi seni rahatsız ediyor?”
“Hem de çok...”
“Peki seni rahatsız eden bu düşüncenden nasıl kurtulmayı düşünüyorsun?”
“bu konuları hiç düşünmeyerek. Çünkü, yaşadığım hayatta bir
tek kural bile olsa huzurumu bozuyor. Yaşam zevkimi engelliyor.”
“Yani aklını susturmak istiyorsun öyle mi?”
Cevap vermemek için konuyu değiştirmek istedi. Ama ben üsteledim.
Sorularımı sürdürdüm.
“Peki madem böyle düşünüyordun da neden kuralların işlediği,sorumluluğun
arttığı ve sürekli bir çalışmanın yapıldığı üniversite ortamını
tercih ettin?”
bu soruya cevap verirken epeyce zorlanmıştı:
“Bunu ben istemedim. Babam bir üniversite okumazsam,beni evlatlıktan
reddedeceğini ve harçlıkları da keseceğini kesin bir şekilde ifade edince
mecbur kaldım.”
“Yani,niyetin okumaktan ziyade babandan para sızdırmak öyle mi?” diye
güldüm.
Kendisi de gülerek:
“Öyle de sayılabilir” dedi.
Belki de sorulardan bunalarak veya cevap vermekten dolayı güçlük çektiği
konuların açıldığı için birden ayağa kalktı;
“Hocam benim çıkmam gerekiyor” dedi.
Elini uzattı.
“Çok memnun kaldım. Sizleri sık sık ziyaret edeceğim. Sizin varlığınız,bu
sıkıcı yerde benim için bir ümit ışığıdır” dedi.
Çıktı. Sözlerinde riyakarlık yoktu. İçinde ne varsa onu söylüyordu.
Dolayısıyla güvenilir ve samimi bir genç idi.
Bu atak,yetenekli,mert ve girişken olan gencin başıboş,inançsız ve amaçsız
bir hayatın pençesinde,nereye doğru gittiğinin farkında bile olmadan ısrarla
ve inatla yoluna devam etmesi beni çok üzmüştü. Dindar bir aileden inkarcı
bir çocuk...
Eğitim sisteminin çarpık,karışık ve karanlık yapısından başka türlü
ne beklenebilirdi?
Gerçekten çok üzülmüştüm. Düzceli mehmet ve buna benzer daha çok
gençler kurtarılmalıydı.
Bu sorumsuz hayat anlayışı içinde yetişen insanlar,hem devletin,hem
toplumun hem de ailenin baş belası olacaklardı. Bu yüzden,patlayan
silahlardan ,yanan ocaklardan ve ağlayan annelerden çok dersler alınmalıydı.
Konuyla ilgili olarak ,Bediüzzaman Said Nursi nin Muhakemet isimli
eserindeki şu tespitleri hatırladım.
“Her insan hak fıtratı üzerine doğar. Hakkı ararken bazen eline batıl
geçer,hak zenneder ,koynunda saklar.
En büyük yanlışı doğru telakki ederek,kendisine hayat felsefesi yapan
insanları uyarmak,uyaranlara destek olmak,toplumun huzuru için önemli bir görevdir.
Bu önemli vazifenin ifasına benim de katkımın olması için ,Allah a dua
ederek odamdan çıktım.