MEHMETİN DEPREMDEN BİRGÜN ÖNCE GÖNDERDİĞİ MEKTUP
Beni ümitlendiren,sevindiren ve irazcık üzüntümü unutturan,bana yazıp gönderdiği mektup olmuştu.
Evime geldim ki,rahmetli mehmetin mektubu ulaşmış.
Sanki karşımda çok sevdiğim mehmeti görmek istercesine mektubu açtım.
Titiz ve temiz bir yazıyla kaleme alınmış.
Selam ve dualarla başlayan bir yazı.
Bu mektubu bir ibret belgesi olarak sunmak
istiyorum:
Aziz,muhterem ve çok kıymetli hocam,
En samimi ve kalbi dualarımla ellerinizden öpüp,çok
iyi bildiğiniz bir talebenizden uzunca bir mektup takdim etmek istiyorum. Zaten
siz de,çoktan beri böyle bir mektup yazıp kendi hayatımı ,kendi kalemimle
anlatmamı istiyordunuz.
Hocam kim bilir,belki de son konuşmamız olacak
veya sonun başlangıcı olacak. Onun için,içimi döküp,biraz rahatlamak
istiyorum. Bu şekilde çok iyi tanıdığın bu öğrencini,daha iyi tanımış
olursunuz. Bu şekilde de isteğinizi yerine getirmiş olurum.
Daha önce de sizlere söylediğim gibi,bizler bir
bulgar göçmeniydik. Bulgaristanda kırcaali de yaşıyorduk. Bulgaristan komünist
partisi,türklerin isimlerini değiştirmek için 1985 yılından itibaren çok
baskı yapmaya başlamıştı. Türk asıllı vatandaşlar işkence altındaydı.
Halk buna dayanamadı. Rahmetli Turgut Özal ın sayesinde 1989 yılında ana
yurdumuza gelmiştik. Ben o zaman on bir yaşındaydım. Daha önce türkçe eğitim
aldığım için beni ilkokul 4.sınıftan başlattılar. Babam iyi bir balcıdır
ve bal ticaretiyle uğraşır.. Bunun için daha çok Çorlu ve İstanbulda kaldık.
Son dört yıldır da yazları Düzce de kalıyoruz.
Ama ben burada çok kalmamakla birlikte,düzceyi çok sevmiştim. Her yaz
düzce de bir iki ay kalıyordum ve bu kısa tatilde büyük bir huzur
buluyordum. Bunun için kendime Düzceli
Mehmet demekten çok hoşlanıyorum. Ben ortaokulu Çorlu da,liseyi de İstanbulda
okumuştum. Gerek çorlu da gerekse istanbulda kaldığımız yer bir zengin
muhitiydi. Çevremdeki arkadaşlar
herşeye boşvermiş,sıradışı,asi ve her kurala karşı çıkan çocuklardı.
İmkanları geniş olduğu için herşeyi elde etmeleri kolaydı. Her dedikleri
de yerine gelince,sorumsuz ve haylaz bir hayat anlayışı oluşuyordu.
Özellikle ortaokuldayken bazı öğretmenler,din
ve dindarların aleyhinde sürekli konuşup dururlardı.
Dinin modası geçmiş bir inanç olduğunu,ahiret
ve hesap gibi birşeyin olmadığını ,insanın bu hayatta istediği gibi yaşaması
ve özgürce bir ömür sürmesi gerektiğini anlatırlardı. O zaman
din dersine gelen öğretmenimiz vardı ama,çok yetersiz ve cılız kalıyordu.
Sorduğumuz sorulara cevap veremiyor,diğer hocaların inkarla ilgili ileri sürdükleri
iddiaları da cevaplayamıyordu. Belki
de o ortamda baskı altında korkuyordu.
Bu şekilde ruhumda bir boşluk ve bir inançsızlık
oluşmaya başladı. Annem babam bu duruma karşı çıkıyorlardı ama,kim
dinler,öğretmenimiz daha iyi bilir diye geçiştiriyorduk. Ailem
bulgaristandan geldiği için,dini duygular açısından kuvvetli bir geçmişimiz
de yoktu. Bizler din ve dini değerlerle
ilgili bomboştuk.
Liseye geldiğimizde bu durum daha da ilerledi. Çevremizde
kuralsız gençlik diye bir grup vardı. Bu grup,entel,hayata kafa tutan ,kurallara
uymayan ,ciddi şeylere boş vermiş,inkarcı ve elit kesimin çocuklarıydı.
Giyimleri,tavırları,konuşmaları,ilişkileri
tamamen sıra dışı ve dikkat çekiciydi.
Benim ailem çok varlıklı olmamasına rağmen,ben
de bunlar gibi yaşıyordum. Bu yüzden anne ve babamla sürekli kavgalıydık.
Benim bu halime annem çok üzülür ve ağlardı. Babamla bütün köprüleri
atmıştık. Beni defalarca evden kovdu,harçlık vermedi. Ama kuralsız gençlikten
vazgeçmedim. Çünkü sorumsuz ve hesapsız yaşamak hoşuma gidiyordu.
Lise son sınıfa geldiğimde bu grubun
lideri konumundaydım. Bazı dersleri az bir çalışmayla,bazı dersleri
de hocaları tehdit ederek geçiyordum.
Burada gözlemlediğim en önemli konu şuydu:kuralsız
gençler,bu kadar başıboş,darmadağın,inançsız ve isyankar olmalarına rağmen,medeni,cesur,çağdaş
ve zamane gençleri olarak nitelenip pek dokunulmuyordu. Halbuki hergün bir
disiplin problemi çıkarıyorduk.
Dinine bağlı,çevresine güzel duygular ve örnek
davranışlar yansıtan gençlere derhal müdahale edilip,gerici,yobaz,antilaik
gibi laflarla üzerlerine gidiliyordu. Halbuki bu arkadaşlar,devleti,milleti
bizden bin defa daha fazla seviyorlardı. Tabii o zaman bu bizim çok hoşumuza
gidiyordu.
Liseyi bitirdikten sonra babam benimle pazarlık
etti.
Ya niversiteye gidersin ya da asla harçlık ve
para bekleme diye...
Baktım iş ciddi. Hem harçlığın kesilmemesi
,hem de biraz çevre değiştirip,değişik ortamlarda eğleneyim diye,bir ay
ders çalıştım ve üniversiteyi kazandım.
Allah a binlerce şükür olsun ki,
üniversiteyi kazanmam,bu kötü hayatın sonunu hazırlamıştı.
Okula gelir gelmez,benim gibi veya bana yakın düşünenlerle
birlikte bir grup oluşturmuştuk. Niyetimiz,okuldan kovulana kadar bazı
maceralar yaşamaktı.. Çünkü ruhumda öyle bir boşluk vardı ki,saldırmaktan,üzmekten,kuralları
çiğnemekten,sivri ve sevilmeyen davranışlarda bulunmaktan sonsuz bir zevk alıyorduk.
Kimsenin bizi ayıplaması hiç umrumuzda olmuyordu.
Tek düşündüğümüz şey,kuralsız,engelsiz ve istediğimiz her şeyi yaşamaktı.
Burada bir gerçeğin daha altını çizmek
istiyorum. Yaşamın huzur ve zevki namına yaptığımız bu çılgınlıkla
aslında huzur bulamıyorduk,yalnızca kendimizi aldatıyorduk. Çünkü,en sıkıntılı
hayat amaçsız ve başıboş olan bir hayattır. Ne yapacağını,nereye gideceğini,nasıl
bir hayat yaşayacağını bilmemek kadar insanı sıkıntıya sokan ve huzursuz
eden başka bir şey yoktur.
Haşa Allah ı,dini ve ahireti inkar ettiğimiz
halde,yine de içimden bastıramadığım ve önüne geçemediğim bir inanç
kıvılcımı vardı. Ama,o kıvılcımı duymamaya ve hissetmemeye çalışıyordum.
Aslında aklıma gelen bazı soruları,bazı hocalara ve imamlara sormuştum.
Onlar benim istediğim şekilde cevap verip,beni tatmin etmeyince,daha çok
inkarımı ve inançsızlığımı arttırmıştı. Demek ki,yok,olsa,akıl ve
mantığıma uygun cevaplar verirler diyordum.
Sizinle tanışmamız ,hayatımın dönüşünde
ilk adım olmuştu. Beni en çok etkileyen,sert,aykırı ve pervasız
hareketlerime karşı çıkmadan ,nezaketli ve yumuşak bir uslupla cevap
vermenizdi. İşte o zaman kendi içimden çok utanmış ve çok mahcup olmuştum.
Fikirlerimi ve görüşlerimi anlatırken beni
sonuna kadar dinlemeniz,bana değer vermeniz ve ciddiye almanız içimden size
karşı müthiş sevgi ve sempati bağı oluşturmuştu. Çünkü,kaba ve anlamsız
hareketlerimden dolayı,o güne kadar hiçbir öğretmen bana hoşgörüyle
bakmamıştı ve beni adam yerine koymamıştı. Bundan dolayı farklı bir tavırla
karşılaşıyordum.
Sizinle özel olarak tanışıp,sohbetlerinize iştirak
ettiğimde,aklıma,kalbime ve iç dünyama farklı,anlamlı ve bambaşka bir dünya
doğmuştu. O müthiş bir alemdi.
Hele ilk sohbetimizde güzel bir giriş yapmıştınız
ki,onu hiç unutamam.
Bütün kainat,içindeki herşeyle beraber insana
koşuyor,insana yardım ediyor,insanı ayakta tutmaya çalışıyor ve insanın
varlığını destekliyor. Bir insana hesapsız olarak yapılan bu kadar yatırımın
amacı ne olabilir?
Örneklerle sülediğiniz bu küçük
paragraf,beynime bir şimşek gibi düşmüştü. Sanki ilk defa böyle bir şey
duyuyordum veya ilk defa insanı keşfediyordum.
Arkasından şu paragrafı okumuştunuz.
“insan,ipi boğazına sarılıp,istediği yerde
otlamak için başıboş bırakılmamıştır,belki bütün amellerin suretleri
alınıp,yazılır ve bütün fiillerin neticeleri muhasebe için zaptedilir.(Sözler)
bu paragraf tam benim hayatıma bir cevaptı. İnsanın
başıboş olmayacağını ve sonunda bir hesabın geleceğini,anlamlı bir örnekle
açıklayan bu paragraf,ikinci kez beni sarmıştı.
İşte dönüşümün başlangıcı böyle oldu.
Sohbetlerimiz,sizden aldığım kitaplar,bana olan
sıcak yaklaşımınız ve iltifatlarınız,gönlümü fethetti.
Hele ilk ziyaretimde,beni ayağa kalkarak karşılamanız,ayakta
kalıp kapıya kadar uğurlamanız,kendi elinizle çay ikram etmeniz,beni size
ve anlattıklarınıza bağlayan çok önemli ayrıntılardı. Konuşmalarınızdan
çok güler yüzlü haliniz ve sempatik yaklaşımlarınız ilgimi çekiyordu.
Çünkü benim dünyamda ve yaşadığım hayatta bunlar yoktu.
Kendini arayan adam isimli kitabınız,beni
etkileyen en önemli ve en ciddi bir kitaptı. O kitapta kendimi ve kafamda
biriken birçok sorunun cevabını buldum. Bu kitabı hergenç istinasız
okulmalı ve hatta filme alınarak bütün gençlere gösterilmelidir.
Risale-i Nur kitaplarını da okuyunca tam anlamıyla
bir gerçeği yakaladım. Ben bir kulum,benim yaratıcım var,her yaptığım işin
hesabını vereceğim. Bu çok önemli tespit,ilmi,mantiki ve akli delillerle öylesine
içime işlediki,geçirdiğim başıboş hayata lanet okumaya başladım. Beni
bu hale getiren öğretmenlere,arkadaşlara ve çevreye çok kızdım. Çünkü,bizi
mahvetmişlerdi.
Meğer ki,Allah a kul olmak ve Ona itaat etmek
kadar insana huzur,huşu ve haz veren bir başka şey yoktur. Ona secde
etmek,Ona yalvarmak,Ondan istemek,Ona sığınmak tarifsiz bir huzur veriyordu.
Böyle bir huzur için,nelere sığınıp ,nelerden medet beklemiştik.
Şunu çok iyi anlamıştım ki,ailenin,toplumun ve
devletin düzeni,huzuru insanların inancına,teslimiyetine,ahirete olan inanca
bağlıdır. Yaptıkları en küçük hatanın hesabını vermeye inanan
insanlar kime zarar verebilir? Hangi kanunu çiğneyebilir? Kime silah çekebilir,kimin
kanını dökebilir?kimi incitebilir?
Eğer toplumda kargaşa,huzursuzluk,haksızlık,haksızlık,zulüm
ve çatışma varsa,insanlar kulluğunu ,dünyaya ne için geldiklerini ve hesabı
kime verceklerini unutmuşlardır demektir. İnsanı ve toplumu başka türlü
kontrol altına almak mümkün mü? Bunu ben kendi hayatıma bakarak çok iyi
anlıyorum. En büyük kontrol ve asayiş,insan içindeki denetçi ve yasakçıdır.
Kainat insan için yaratılacak,kainat içindeki
milyarlarca nimetler insan için var edilecek,bütün mahlukat insana hizmet
edecek,peki insan bu kadar masrafa karşı ne yapacak? Görevi ne olacak? Nasıl
bir hayat sürecek? Hayatını nasıl düzenleyecek?ilişkileri,tavırları ve görevleri
ne olacak?işte gençliğe bunlar anlatılmalı,bu konular işlenmeli. İşlenmeli
ki,insan nasıl bir kıymet ve emanet taşıdığını ,bu hesabı kime ve nasıl
vereceğini bilsin. Benim okuduğum
ve çok istifade ettiğim Risale-i Nur kitapları konuya bu açıdan bakıyor ve
inanç değerlerini bu metotla ele alıyor. Bunun için çok okunan bir Kuran
tefsiri..
Allah a şükür,Yaratanımı tanıdım,görevlerimi
anladım. Dünyanın faniliğini hissettim.
Bir hesap yerine ve hesap günüe süratle yaklaştığımı gördüm.
Bunun için ömür kısa,yapılacak işler çok,bir saniye bile boşa geçmemeli.
Her an karşımıza çıkacak olan bir ölüm gerçeğiyle yüz yüzeyim.
Ölümün benden istediği şeyleri çok iyi bilmem lazımdır. bilmem
lazım ki ona göre hazırlanayım. Bundan daha büyük vazife yoktur.
Önceleri ölümden çok korkardım. Birileri ölümden
bahsedince oradan uzaklaşırdım. Sanki kaçmakla,ölümden kaçılıyor gibi..
Şimdi ölümü çok seviyorum. Çünkü başta
Peygamberrimiz (a.s.m) olmak üzere binlerce mübarek insanlara beni kavuşturacak
olan ölümden niçin korkayım? Çünkü Bediüzzaman Hazretlerinin dediği
gibi,ölüm bir bilettir,bir mekan değiştirmedir ve insanı dost ve ahbaba
kavuşturur. Bundan daha güzel bir vasıta olur mu?
Muhterem hocam,
Mektubu çok uzattım. Şu sözlerimle ve şu
istirhamımla bitiriyorum:
Ben Allah a ahirete Kuran a ve Peygamberimize(a.s.m)
inanıyorum,güveniyorum. Benim bu imanıma şahit ol hocam. Bu
mektubu,ahirette,Allah huzurunda imanıma şahit olasın diye yazdım. Beni
utandırma.
Allah bizi Cennet-i alada,binlerce mübarek ve
muhterem insanlarla birlikte cem etsin.
Hakkınızı helal edin. Hürmetle ellerinizden öperim.
11.11.1999
öğrenciniz