Bu telefon konuşmasının üstünden 5 veya 6 saat
gibi bir zaman geçmişti.
Turhal da kendilerini ziyarete gittiğim
Nurettin Pala ve Hakkı Kalaycı Beylerle birlikte akşam yemeğini
yiyorduk.
O esnada saat da 20.00 olmuş haberler veriliyordu.
İlk haber sanki evin içine bir bomba gibi düşmüştü.
Düzce de 7.4 şiddetinde bir deprem olduğu haberiyle adeta oturduğum yerde
buz kestim,şok oldum.
Tabii ilk aklıma gelen 5-6 saat önce,uzun bir
telefon konuşmasıyla dertleştiğim ağlaştığım ve hatta vedalaştığımız
mehmet oldu.
Ani bir reaksiyonla mehmet!!! Diye atıldım.
Birlikte aynı sofrayı paylaştığımız arkadaşlar
şaşırdılar. Haberin etkisinden dolayı konuyu açamadım ve bütün heyecan
ve korkuyla haberi izledim.
Ah
mehmetim! Ah sen aylardan beri bir
yere doğru koşar adım gidiyordun. Ölüm ve kabir.. Her hareketin ,her sözün,her
heyecanın ve her gözyaşın bu gerçeğe işaret ediyordu. Sanki etrafına
bunu duyurmak için çırpınıyordun.
Derhal telefona sarıldım. Ama ne mümkün.. Bir türlü
mehmete ulaşamadım. Bu çabam tam iki gün sürdü. Netice alamayınca ,depremin
üçüncü günü Düzceye gittim.
Çok iyi bildiğim ve tanıdığım Düzce tam bir
mahşeri kaynaşmayı ve keşmekeşi andırıyordu. Kimin ne yaptığı belli değildi.
Can pazarı tabirinin ne manaya geldiğini kelimenin tam manasıyla Düzce de görmüştüm.
Yıkılan evler,bozulan cadde ve sokaklar,etrafa saçılmış
eşyalar,birbirlerini kaybetmiş insanlar,feryatlar,figanlar...
Dayanmak, ne mümkün...
O insanlara yardım etmeye ve onlara bir çare
sunmaya giden insanlar bile çaresiz kalıyor
ve kendisi yardıma muhtaç hale geliyor. Çünkü manzara o kadar yıkıcı ve
yandırıcı ki,insanın kendisini ayakta tutması adeta imkansız..
O feryatların arasında bir yaşlının şu cümleleriyle
teselli buluyorum:
Allah verdi,Allah aldı. Biz kuluz,imtihan dünyasındayız.
İnşallah mükafatı ahirette alacağız.
İnşallah ...
Yıkıntılar arasından geçip, mehmetin evine ulaşıyorum.
O ana kadar sakladığım ümit ,apartmanın yerle bir olduğunu görünce
bitiyor,tükeniyor.
Bu apartmandan sağ çıkmak ne mümkün . oraya
adeta yığılıp kalıyorum.