Bütün günü,Allaha ibadet etmekle ,tövbe ve
istiğfarla geçiyordu. Mehmetin eski hayatını bilenler buna inanamıyordu.
Siması,bakışları,hareketi,konuşması,ve her
hali insana ders veriyordu. Sanki,her şeyiyle ,yakında gideceği ölüme hazırlanıyordu.
Çevresindeki insanlardan sıkılıyor ve onların
ölçüsüz başıboş davranışlarından rahatsız oluyordu. Hayata ve
hadiselere bakış şekli öylesine değişmişti ki,inanın ahiret hayatına
ters olan bir fikir,bir görüş, ve bir davranış onu son derece sıkıp ,rahatsızlık
veriyordu. Çünkü,mehmet bazı gerçeklere inanmakla kalmamış adeta onları
hissetmiş ve yaşamıştı. Zaten başka türlü davranması da beklenemezdi.
O yaz kendisini davet ettim. Bir müddet beraber
olduk.
Mehmet gerçekten erişilmez ,tertemiz ve pırıl pırıl
bir genç haline gelmişti. Bütün günü Allah ve ahiret için planlamıştı.
Zaman zaman kendisini frenlemek istediğim zaman :
Hocam daha fazlasını yapmalıyım. Benim günahlarım
çok. Bunu için duramam,yatmamam ve uyumamam lazımdır. yoksa ebedi hayat
tehlikeye girecekt. Bu imtihanda dostluklar imtihan kapısına kadardır. Münker
ve Nekir meleklerine hesabını ben vereceğim. Başkasının dostluğu ve
arkadaşlığı orada geçersizdir. Öyleyse ben nasıl durabilirim? Beni
kurtaracak olan yine benim ibadetlerim olacaktır.
Cenneti kazanmak,ebedi bir huzura ve mutluluğa
ermek çok heyecanlandırıyor. Ama asıl heyecanlandıran şey uğruna
milyarlarca hayatımı feda etmeye hazır olduğum Peygamberimize (a.s.m) kavuşmaktır.
Ve yine,benim gerçek bir dönüş yapmama ve iman hakikatlerine erişmeme
vesile olan Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursi
Hazretlerini görmek ,onun ellerini öpmek,tarifsiz haz veriyor... bu mübarek
insanlar olmadan Cennet bile insanı doyurmuyor sanki..
Müthiş bir sırra ermişti.. sanki önünde
imtihan perdeleri kalkmış bilerek ve hissederek konuşuyordu.
Düzceli Mehmetin ölümle ilgili şu
tespitleri,kendisinin manen geldiği noktayı çok iyi özetlemekteydi:
Hocam benönceleri ölümden cenazeden mezardan
saladan ve ölümü hatırlatacak herşeyden çok korkardım.
Ölümden korktuğum için,Allah,Peygamber Kuran ve ahiret
gibi hususları(haşa) inkar ederek kurtulmak isterdim. Sanki
inanmamakla,ölümün ve ahirete dair sorumluluğun yakamı bırakacağını
zannederdim.
Gece yatınca en çok rahatsız olduğum şey,karanlıktı.
Karanlık bana ölümü ve mezarı hatırlatırdı.
Hayata boşvermekle,düzensiz,kuralsız,yaşamakla
ve inanmamakla ,sanki kendimin dünyadaki varlığını da inkar edip, unutulmak
ve bu ölüm hesabına dahil olmamak istedim. Bu bir anlamda ,kulluktan kaçıştı.
Yani Allah a ve ahirete inanmamak ölmeye maniymiş
gibi geliyordu. Halbuki inanmamanın ölmeye değil,Cennete girmeye mani
olduğunu sonra anladım.
Allah a şükür,artık ölmeden önce,ölümü
sevmeye başladım. Ölüm,ecel,mezar ve ahiret ;dostlarıma,sevdiklerime ve
ebedi rahata ,huzura kavuşmak için bir menzil,bir vesile bir bilet imiş. İnsanın
en sevdiği dostuna kavuşturacak ölümden
kaçılır mı? Ölüm beni Allah a,Peygambere ve nice muhterem insanlara kavuşturacak.
Bunu için ölümü çok seviyorum ve asla korkmuyorum.
Risale-i Nur kitaplarından ÖLÜM le ilgili şu
tespitleri okuyunca,ölüme karşı bakışım değişti. Adeta ölümü sevmeye
başladım. Ölümle ilgili ezberlediğim metinler şöyleydi:
Ey biçareler,mezaristana göçtüğünüz
zaman,eyvah! Malımız harap olup,çalışmamız heba oldu,şu güzel ve geniş
dünyada gidip,dar bir toprağa girdik demeyiniz.,feryat edip meyus olmayıız.
Çünkü sizin herşeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her
hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükafatını verecek ve hayır elinde
ve her hayrı yapabilcek bir Zat-ı Zülcelal sizi celp edip yer altında geçici
olarak durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki,hizmetinizi ve
vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti,rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet
meşakkat bitti,ücret almaya
gidiyorsunuz.(Mektubat)
Ey insan! Yaptığın hizmet,ettiğin kulluk boşuna gitmez.. senin şu fani dünyaya
bedel,baki bir cennet bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Halik-i Zülcelal
in vadine iman ve itimat et.(Mektubat)
Ey insan! Ölünce fenaya ademe hiçliğe zulümata
(sonsuz karanlığa) ,nisyana,çürümeye,dağılmaya ve kesrette boğulmaya
gittiğinizi tevehhüm edip,düşünmeyiniz. Sizi fani olmaya değil,bekaya
gidiyorsunuz. Yok olmaya değil,daimi varlığa sevk oluyorsunuz. Karanlığa değil,nur
alemine gidiyorsunuz. Ayrılığa değil,kavuşmaya yönelmişsiniz.( Mektubat)
Ölümle ilgili şu son tespitler beni çok
rahatlatmıştı.
Ölüm idam değil,ayrılık değil,ebedi hayat
mukaddimesi başlangıcıdır. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur,bir
terhistir,bir tebdili mekandır. Berzah alemine göçmüş,ahbaplar kafilesine
kavuşmaktır.( Mektubat)
İşte hakiki iman mükemmel iman görerek okuyarak
hissederek ve anlayarak iman bu olsa gerek...
Mehmet bu imanın ve bu inancın heyecanıyla öyle
bir aleme girmiştiki,kendisine gıptayla baktığımızın farkında değildi.
Başka bir ifadeyle,imrenilcek bir manevi makamı vardı. Bunu gördüğü rüyaları
anlatınca anlamıştım.
Öyle rüyalar görüyor,öyle şeyler hissediyor
ve imanın öylesine hazzını ve huzurunu yaşıyordu ki,çevresindeki dünyayı
insanları ve olayları görmüyordu.
Önceleri talebemiz olan mehmeti,artık bir talebem
olarak değil,onun tespitlerini ve sohbetlerini dinlemekten büyük zevk aldığım,yetişkin
ve olgun bir insan olarak görüyordum. Şimdi o bizim talebemiz değil,biz onun
talebesi hükmüne geçmiştik.
Uzun saçlı,boynu ve kolları aksesuarla dolu
garip bir elbise ve anormal denecek kadar dikkat çeken davranışlar ,pervasız
ve kuralsız kişiliği ile ün yapan mehmet ,oturuşuyla kalkışıyla konuşmasıyla
fevkalede önemli ve etkili tespitleri ve görüşleriyle çevresindekilere
dersler veriyordu.