ALLAH IN BİZİM İBADETLERİMİZE NE İHTİYACI VAR Kİ”İBADET EDİN” DİYE ISRAR EDİYOR?
Soruların ve cevapların heyecanıyla,önümüzdeki demliğin nasıl boşaldığının farkında değildik. Mehmet çok zekiydi. Anlatılanları çok iyi anlıyordu. Bunun için de sohbetin havası gittikçe daha da tatlılaşıyordu. Sohbetin bu güzel seyrinden dolayı Rabbime dualar ediyor,Mehmet e tesir halketmesi için,içimden yalvarıyordum.
Mehmet çok zaman sorulan bir soruyu,yeni keşfetmiş
gibi heyecanla gündeme getirdi:
“Peki hocam,Allah ın bizim ibadetlerimize ne
ihtiyacı var ki,bizi ibadet etmeye zorluyor. Halbuki birçok insan ,ibadetin ağırlığından
dolayı Allah tan kaçıyorlar. Bu ibadet olmasa olmazmıydı?”
Benim gülümsememden,belki de farkında olmadan başımı
sallamamdan dolayı,bir açıklama yapmak ihtiyacı hissetti:
“Hocam bu ve benzeri sorular sizin için saçma
sapan gelebilir. Ama benim için öyle değil. Herşeyi ama herşeyi mantığıma
yatana kadar sorgulamak ve araştırmak zorundayım. Yoksa başka türlü
olmuyor. “
bu ifadeler çok içten ve çok samimiydi. Sanki
imdat bekler ve hatta yalvarır
gibi bir hali vardı. Aç,susuz bir insanın yiyecek dolu bir sofraya oturması
gibi,mehmet de çok uzağında olduğu ve çok da bilmek istediği imani
konulara adeta açtı. Hem de öylesine açtı ki,soru sorarken ve sorduğu
sorunun cevabını dinlerken ,sanki konuların içine yüzüyordu. Bu sohbetten
bir türlü çıkmak istemiyordu. Araya başka bir konu karıştığı
zaman,derhal,asıl konumuza gelelim diyerek beni uyarıyordu.
“Tabii ki Allah ınbizim ibadetlerimize ihtiyacı
yoktur”diye sorduğu soruya cevap vermeye başladım.
“Esas ibadetlere ihtiyacı olan biziz. Bizim
ihtiyacımız olduğu için,Cenab-ı Hak,ısrarla ibadetleri yerine getirmemizi
istiyor.
Adeta,Nasıl der gibi gözlerime baktı.
Bediüzzaman Said Nursi nin Lem alar isimli kitabında
bu sorunun cevabıyla ilgili bir misal buldum ve okumaya başladım.
“Cenab-ı Hak ,senin ibadetine belki hiçbirşeye
muhtaç değil. Fakat sen,ibadete muhtaçsın;manen hastasın. İbadet ise
manevi yaralara ilaçlar hükmündedir... Acaba bir hasta ,
o hastalık hakkında ,şefkatli bir hekimin onu
nafi(faydalı)ilaçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil,hekime
dese;senin ne ihtiyacın var,bana böyle ısrar ediyorsun? Ne kadar manasız
olduğunu anlarsın”(Lem alar)
Kitaptaki misali okuyunca Mehmetin gözüne baktım. Beni pür dikkat dinliyordu.
Başını hafifçe eğerek,kısık bir ses tonuyla;
“Enteresan bir misal” dedi.
Devam ettim.
“Allahü Teala bu kainatı lütfuyla bize
hizmetkar yaptığı gibi taat ve ibadeti de yine lutfuyla bizlere emrediyor. Ta
ki onlarla ebedi saadete mazhar olalım. Çünkü Cenab-ı Hakk ın insanın
ibadetine hiçbir ihtiyacı olmadığı gibi,onun isyanından da bir zarar görmemektedir.
Her iki halde de ,sadece insanın fayda ve zararı söz konusudur.
“işte,ibadetlerin emredilmesinin insan hakkında
binlerce faydası vardır. İbadetlerini düzenli sürdüren bir insan ,düzenli
bir hayata kavuşur,dünyada rahat eder. Kainatın ve kendisinin yaratılış
gayesini anlar,amaçlı ve ebedi hayatı kazanır. İbadetleri yapmak kadar
insan için daha iyi bir sermaye var mıdır?
Mehmet verdiği sorunun cevabını dinlerken,yine
önemli bir keşifte bulunuyormuş gibi gözlerini bir noktaya dikerek,sordu;
“Hocam ,şu kader konusunda ,kafamı karıştıran
bir yığın açmaz var.
“Nasıl” der gibi Mehmet e bakınca o da açıklamaya
devam etti:
“Neden Allah,kaderle insanların hayatını sınırlıyor
ve yönlendiriyor? Bu insanın iradesine ve yaşam tercihine müdehale değil
mi?
Bu soruyu Mehmet,çok iddialı ,biraz da heyecanlı
bir şekilde sormuştu. Bunun nedeni ise kaderle ilgili yalış ve eksik
bilgilere sahip olmasıydı. Çünkü,birçok insan,ya bilmeden ya da kasıtlı
olarak adeta Allah a veya dine (haşa) dil uzatmak cüretinde bulunmak
istedikleri zaman bu işe kaderi tenkit ederek başlıyorlardı. Adeta kader
konusu içinden çıkılmaz bir husus gibi takdim ediliyordu.
Yine bu soruya cevap verirken de,Risale-i Nur
kitaplarından istifade ettiğim bazı bilgileri hatırladım ve bunu
yorumlamaya çalıştım:
“Her eser bir planın sonucudur. Herşey bir ölçüye
göre şekillenir. İnsan da öyledir. Gözün büyüklüğü,dilin uzunluğu,kafanın
ağırlığı,belin inceliği ve diğer uzuvların biçimi,görünmez bir sınır
çizgisine boyun eğiyor. Vücudumuzda görev alan atomları,belirli hudutlarda
tutan bir kuvvet var. Bu iş de bizim rolümüz yok. Hücreye genetik şifreyi
biz koymadık.Genlerdeki bilgileri okuyup da o plana göre vücudumuzu inşa
etmedik. Bunlar sınırsız bir ilmin,iradenin ve kudretin sonucu. Peki bu sıfatlar
kime ait? Tabii ki Allah tan başkasını düşünmek mümkün mü?
O zaman planlayan da yaratan da O dur.
“Konuyu derinliğine ele almak istersek. Önce şu
üç kavrama açıklık getirmemiz lazımdır. bunlar kader kaza ve iradedir.
Kader;Allah ın herşeyi bilmesi ve buna göre de
yazmasıdır. Bir başka ifadeyle,kainatın planı ve projesidir. Olmuşlar,olanlar
ve olacaklar Kader Defterinde mevcuttur.
Kaza ise ; kaderdeki hükmün infazıdır.
Yani,kaderde yazılanların başa gelmesidir.
İrade de;insanlardaki seçme kuvvetidir. Başka
bir ifadeyle,önündeki şıklardan veya yazılanlardan birisini tercih etme
hakkıdır.
Mehmet aniden atıldı;
“Hocam,biraz karışık gibi geldi. Biraz daha
netleştirelim dedi.
Daha açık bir şekilde ifade etmek için şöyle
bir misal verebiliriz.
Bizim nerede ne zaman ne yapacağımız yazılmıştır.
Şuanda seninle birlikte sohbet edeceğimiz kaderimize yazılmış .Bu kaderdir.
Seninle sohbet etmemiz ise ,kaderdeki hükmün yerine getirilmesidir. Yani kazadır.
Seninle sohbet edip etmeme konusunda,sohbet etmeyi tercih etmemiz ve sohbete
karar vermemiz ise iradedir.
Mehmet anladığını ifade etmek istedi:
Yani kader,bizim dışımızda,hayatımızı
planlayan ve bizi bir yöne zorlayan bir planlamadır.
Hayır,tam öyle değil,eksik yönleri var. Bunu
aydınlatmak için kader konusunu biraz açalım.
Kaderi ikiye ayırabiliriz. Birisi ızdırari,diğeri
de ihtiyari kaderdir.
Iztırari kaderde,bizim hiçbir tesirimiz yoktur. Dünyaya
geleceğimiz yer anne ve babamız,şeklimiz,cinsiyetimiz ve kabiliyetimiz gibi
şeylerdir. Bunlara biz karar veremeyiz. Bunlar için bir mesuliyetimiz yoktur.
İhtiyari kader ise irademize bağlıdır. Biz neye
karar vereceksek,neyi tercih edeceksek ve ne yapmak isteyeceksek,Allah ;ezeli
ilmiyle bunları biliyor ve öyle de takdir edip yazıyor.
Burası çok önemli diye atıldı.
Evet diye devam ettim.Çok önemli.hep yanlış
anlaşılan nokta da burası.