ALLAH KAİNATI NİÇİN YARATMIŞ?

Mehmet in sigara molasından sonra ,üzerinde kitapların olduğu ceviz kaplama sehpanın önünde,karşılıklı olarak yerlerimizi almıştık.

Mehmet,duvarda asılı tablolara bir müddetgözlerini gezdirdi ve sonunda çekici ve ibretli bir tabloya takılıp kaldı.

Tabloda muhteşem bir manzara resmi vardı ve altında da şöyle bir yazı okunmaktaydı: sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getirmediği şeye kalbini bağlayamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın... öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış”(Mesnevi-i Nuriye)

Bu güzel tablonun altındaki güzel ve anlamlı söz,mehmet i sarsmıştı. Bir müddet öyle kala kaldı ve derin derin düşündü.

Sonra da ağır ağır ve üstüne bastıra bastıra şöyle bir soru sordu:

Hocam,dedi. Allah kainatı niçin yaratmış olabilir? Yaratmasaydı,dünya ve insanlar da olmazdı,bu kadar sıkıntı ve problemler de yaşanmazdı.”

Dünyanın fani olduğu gerçeği,zihninde yankılanmışa benziyordu.

Sorulan sorular, sıradan ve hafife alınacak cinsten değildi. İmani meselelerin temelini oluşturan çok önemli sorulardı. Bunlar eğer iyi anlaşılmazsa,zihinlerdeki bulanıklık gitmezdi.

Snin soruların da bir harika, senin ne kadar zeki olduğunu ortaya koyuyor diyerek iltifat ettikten sonra cevap verdim:

Kainatı yaratmak Allah ın bir tercihidir. Bu tercihin nedenlerini sorgulamak,yaratılmış bir insan olarak bizlere düşmez.

Zengin bir adam,gönlünden kopan bir merhametle,muhtaç insanları giydirse,yedirse ,onlara harçlık verse,sevindirse,içlerinden birisi de çıkıp, bütün bunları niçin yaptın,yapmasan olmazmıydı? Diye sorgulamaya kalksa,ne kadar nezaketsizlik yapmış olur.

Allah ın da kainatı niçin yarattığı konusunu sorgulamaya kalkmak,öncelikle bir nezaketsizliktir. Zaten bu konuya kendi akıl ölçülerimizle açıklama getirmeye kalksak da,bir sonuç alamayız. Çünkü yaratan ne için yarattığını kendisi açıklamadan yaratılan olan bizler bunu hiç açıklayamaz. Açıklasak da yine eksik ve noksan kalır.

 Ama, bu soruya bir nebzecik de olsa bir cevap vermek bakımından şunları söyleyebiliriz:

Önce yaratmanın bir ihtiyaçtan ileri gelmediğini ve tamamen Cenab-ı Hakkın,kendi bileceği bir tercih konusu olduğunu ifade etmek lazımdır.

Bu kainatın yaratılmasındaki en önemli sebep,Allahü Teala nın kendi manevi güzelliğini ve mükemmelliğini ,yarattığı mahlukatta görmek istemesidir. Yani ilmin sonuçlarını,kudretin harikalarını,güzelliğin yansımalarını,zenginliğin genişliğini,merhamet ve şefkatin görüntülerini varlık aynalarında bizzat seyretmek istemesidir.

Yani ressamın,kendi yaptığı resmi seyretmesi gibi mi?

Öyle de denebilir.

Bilindiği gibi meşhur bir kaide vardır; her cemal ve kemal sahibi,kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.

Bu arzuyu,senin de dediğin gibi,maharetli sanatkarlarda görmek mümkündür. Mesela;usta bir ressam,çeşitli resimler yapar. Eserlerini önce kendi seyreder,onda sanatın güzelliğini görür. Tarifsiz bir lezzet alır. Sonra sergiler açar,seyircilere gösterir. Onların takdir ve tebriklerinden memnun olur.

Öte yandan değerli bilgilere sahip olan bir alim; faydalı kitaplar yazar. İlminden başkasının da faydalanmasını ister. Okuyucuların bundan istifade ettiğini görüp,teşekürlerini de işittikçe,bu faaliyetinden dolayı sonsuz zevk alır.

Allah ın kainatı niçin yarattığı konusuna ,bu misaller açısından bir derece bakılabilir.

Bu konuda bilinmesi gereken diğer bir konu da şudur:

Mahlukatı halk ettim. Ta ki,fayda,menfaat,lütuf ve keremler onlara ola. Yoksa bana değil.  Yani onlar benden fayda göreler,ben onlardan değil. Hadis-i Kudsisinin beyanı ile,yaratılanlar,Cenab-ı Hakkın inayet ve ikramına ,lütuf ve keremine ,ihsan ve merhametine muhtaçtırlar.

İşte bütün ,mahlukatı yoktan yaratıp,onlara en büyük ikramları sunan ve bütün ihtiyaçlarını yerine getiren,bir de onlara ebedi bir hayat vaadeden Cenab-ı Hakka niçin bu kainatı yarattın denilebilir mi?

Mehmet sorunun cevabını yeterli bulmuş olcak ki bir soru daha sordu:

Madem Allah var neden görülmüyor? Artık uzay çağındayız. Varlığı olan herşey tespit ediliyor. Eğer olsaydı(haşa) görürdük? Gözümüzün görmediği ve teknolojinin tespit etmediği bir şeye nasıl inanalım?

Bu soru,iman ve zikir zemininde sürekli olarak konuşulan konuların başında gelmekteydi.

Belki de insanlığın var olduğu günden,kıyamete kadar sorulumş ve sorulacak olan soruların en önünde bulunuyordu. İnkarı ve imansızlığı , bir dava olarak kabul etmiş olan insanlar,saf ve masum insanların karşısına,kendi davalarını anlatmak için,bu ve benzeri sorular ile çıkıyorlardı. Bu şekilde zihinlerini bulandırıp,istedikleri yöne çekmek için uğraşıyorlardı.

Öğrencimden gelen bir telefona daha cevap verdikten sonra sorunun cevabına döndüm. Mehmet beni,büyük bir dikkatle dinlemeye devam ediyordu.

İnsan gözü,kainatta varlığı olan herşeyi görmeye müsait değildir. Gözün görme kapasitesi,son derece sınırlıdır. Uzak mesafelerdeki eşyayı görmediği gibi,iç içe olduğumuz bazı canlıları,mikropları,bakterileri,mor ötesi ışınları ve elektiriği de göremeyiz. Ama inanırız.

Aslında görmek ve inanmak kavramlarını birbirine karıştırmamak lazımdır. inanmak aklın ve zihnin işidir. Görmek de gözün görevidir. Herşeyi göz görmez,bazı şeyler zihinle ,kulakla ve dille görülür.

Sesler alemini kulaklar ile görürüz. Tatlar alemini de dille görürüz. Kokular alemini burun ile görürüz.

Radyoya bak,haberlerde ne var,denilen kişi,radyoyu gözü ile değil kulağı ile dinler ve haber veriri.

Çorbaya bak tadı nasıl denilen kişi de çorbaya gözü ile değil dili ile bakar.

Şu güle bak kokusu nasıl denilen kişi ise gülün kokusunu burnu ile bakmaya çalışacaktır.

Yoksa göz ile,ne haberler,ne çorbanın tadı,ne gülün kokusu görülür. Peki bunları inkar mı edelim?

Aklımız,dünyanın güneş etrafında dönüşünü tanzim eden çekim kanunu gördüğü halde bunu gözümüzle görmüyoruz diye inkar edemeyiz.

Şefkatli merhametli ve çok iyiniyetli öğretmen diye anlattığımız kişinin bu meziyetlerini gözle görmediğimiz halde inkar edemeyiz. Çünkü manevi kuvvetler gözle değil,akıl ile,kalp ile hissedilir,anlaşılır,görülür.

Bir mimarıdaki muhteşem yapıyı görüp şu sanata bak dediğimiz zaman,o sanata göz ile değil akıl ile bakarız. Çünkü göz sanatı değil taşı görür. Sanatı gören akıldır.

Gözümün görmediğine inanmam diyenler,dilin ,kulağın ,burnun  ve aklın vazifesini göze yüklemektedirler. Bu yanlıştan dolayı da görmediğine inanmam diye önemli bir yanlışa daha düşmektedirler.

Mehmet tekrar söze karışarak bir başka soruyla konuyu değiştirmek istedi.

“Peki hocam,Allah nasıl bir şey ve nasıl var olmuştur? 

“Allah ın (haşa) nasıl bir şey olduğunu kime benzediğini ve nasıl olduğunu insan aklının sınırlı kapasitesiyle bulmak ve çözmek mümkün değildir, diyerek giriş yaptım. Çünkü ,insan aklının belli sınırları vardır. Sınırlı olan akıl ile sınırsız olan bu hususu anlamanın imkanı yoktur. Bu tıpkı bir kilo ağırlıkla sınırsız bir ağırlığı tartmaya kalkmak gibidir.

Kainatı ve insanları yaratan Cenab-ı Hak ,yarattığı mahlukatın cinsinden olmadığı için,bir kıyas yapmak da mümkün olmamaktadır.

Bir tabloya baktığımız zaman,o tablonun bir sanatkarın elinden çıktığına ,kendi kendine çizilmediğine mantıken karar veririz. Fakat tabloyu çizen sanatkarın da ,boyalar,çerçeveler,bezler ve fırçalar cinsinden olmadığını ve onlara asla benzemediğini de biliriz.

Tabloyu yapan sanatkar,etiyle kemiğiyle kanıyla aklıyla iradesiyle bambaşka bir varlıktır. Yaptığı tablonun cinsinden değil ve asla da benzemez.

İşte kainatın yaratıcısı Cenab-ı Hak da,kainat cinsinden olmadığı için,yarattıklarınıa asla benzemez. Onun tarafından yaratılmış olan bizler de,yaratıcımızı anlamak için onu neye benzetmeye çalışırsak çalışalım yine de isabet edemeyiz. Aklımıza gelen her şey ,Allah tarafından yaratılandır. O hiçbir şeye benzemez. Dolayısıyla,kime benziyor ve nasıldır gibi sorulara, O yaratandır, Yaratanı ,yaratılan anlayamaz,diye cevap vermeliyiz.

Cenab-ı Hakkı (haşa) kim yarattı, sorusu da ,bir nebzecik cevap için şunlar söylenebilir:

“Cenab-ı Hakkın varolduğu konusunda insan aklının bir açıklama yapması mümkün değildir. Çünkü insan ve onun aklı mahluktur,yani yaratılmıştır. Yaratılan bir şeyin yaratınını anlaması ve çözmesi mümkün olmaz.

Çünkü ünlü bir kaide gereğince,Mahluk Halikını ihata edemez. Yani anlayamaz kavrayamaz. Akıl da bir mahluktur öyle ise o da Halikını ihata edemez.

Mesela;bir soba şuurlu olsa ve kendi ölçüleriyle ustasını tanımaya çalışsa ,ustasını kendisine ve çevresindekilere kıyasedip,tanımaya çalışacaktır.

Ustasının da kendisi gibi kömür veya dun yediğini sonra da kül ve duman çıkardığını elinin yüzünün siyah olduğunu üç veya dört ayağının bulunduğunu tahmin edecektir. Ve tabii ki her tahminde de hata edip,ustasını tanımayacaktır.

İnsan da Halikını tanımak ve Onunla iligili bir tahminde bulunmak için bildiği ve hayal ettiği şeylerle Onu kıyaslayacaktır. Bu da isabetsiz ve hakikatten uzak olacaktır.

Mehmet tekrar söze karışarak:

Hocamidedi. Allah ın nasıl var olduğu konusuna gelelim.

Ben de devam ettim.

Cenab-ı Hakkın nasıl var olduğu hususuyla ilgili şu iki misal konuya açıklık getirecektir.

Birincisi: çokça vagonları olan bir tren düşününüz. Bu vagonlardan her birisini bir önceki vagonun çektiğini biliriz. Ancak lokomotifi kim çekiyor diye bir soru sorulmaz. Çünkü bütün vagonları çekip kendisi de çekilmeyen bir lokomotif olmazsa düzenli hareket oluşamaz.

İkincisi: askerlik sisteminde bir onbaşı emri çavuştan alır. Çavuş da bir üstünden . o üstü de ,diğer  bir üstten emir alır. Nihayet iş genel kurmay başkanına ve eski ifadeyle padişaha kadar dayanır. Peki padişah emri kimden alıyor diye bir soru sorulamaz. Eğer padişah da bir yerden emir alsa ,o zaten padişah olamaz. Oadişah olmanın özelliği emir veren ama emir almayandır.

Bu misallerden anlaşıldığı gibi kainatı ve bütün mahlukatı yaratan Cenab-ı Hakktır. Onu kim yaratmıştır, diye bir soru sorulamaz. Çünkü yaratan yaratılmaz. Onun var olma özelliği kendi zatına aittir. Ona, bizim akıl ölçülerimiz yetmez.

anasayfa