İSLAMİYET TEKİ FARKLI MEZHEPLERİN HİKMETİ NEDİR?
İslam düşmanları tarafından işletilen
mevzulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam
da bir ihtilaf unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken ,diğer taraftan bir
takım demogojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine
biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu , hiçbir zaman
bir ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılcaktır.
İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam
dininde,mezhepler,ameli(pratikte yaşanan) kısımları mevzu olarak ele alınır.
Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca
farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir.
Mesela ,Hz Peygamber (a.s.m) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına
taş batar ve alınları kanar. Hz Aişe (r.a) validemiz taşı Peygamber (a.s.m)
efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (a.s.m)
Efendimiz
yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Peygamber (a.s.m) efendimiz
yeniden abdest aldıklarına göre abdestleri bozulmuştur. Hanefi mezhebi imamı,İmam
Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı , İmam Şafii hazretleri
abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı
Azam hazretleri,”Peygamber (a.s.m) efendimizin alnına batan taş kan çıakrdığı
için Resullullah(a.s.m) efendimiz abdest almıştır” hükmüne varırken ;
Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz Aişe (r.a) validemizin Peygamber (a.s.m)
efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece hanefi mezhebinde az
bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken,şafii mezhebinde kadının temasıyla
abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm
de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.
MEZHEPLERİN DOĞUŞU
Peygamber (a.s.m)
efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferuat kısımlarında
değişerek gelmiş,hatta bir asırda ayrı ayrı kavimelere ayrı şeriatlar
gelmiştir. Ancak Peygamber (a.s.m) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara
ihtiyaç kalmamış ve O nun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat
teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Cenab-ı
Allah tarafından vazifeli olarak gönderilen hak mezheplerin imamları bu
vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına
cevap vermişlerdir. Peygamber (a.s.m)efendimiz bir mucize olarak bu imamların
geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber
vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yaptıkları hizmetlerle Resullullah (a.s.m)
efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir...
İslam mezhepleri –bir iki cüzi mesele hariç- hiçbir zaman iç harp
ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirlerine
daima saygılı olmuşlar,birbirlerini red ve inkar etmemişlerdir..
Ayrıca bir
mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar,daha
sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve
ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.
Mesela , İmam-ı Azam (H.80-150) bir
hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman,” Bu Numan bin Sabit in (İmam-ı
Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini
ileri sürerse,doğruya daha yakın olan odur” dedi.
İmam Malik (Maliki mezhebini kurucusu)“ Ben beşerim. Bazan hata bazan
da isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihatlarımı tetkik ediniz. Kitap
veya sünnete uygun bulursanız ikabul ediniz,bulmazsanız reddediniz” demiştir.
Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli ve İmam-ı Şafii hazretleri
de hiçbir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler
söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları
talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül
huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin etmiştir.
HAK BÖLÜNÜR MÜ?
Bir
zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve
halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “ Hak bir olur ; nazıl böyle
dört mezhebin ayrı ayrı ,bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”
Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi hazretleri özetle şu cevabı verir:
“Bir su,beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli
miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir,şarttır. Yeni ameliyattan
çıkmış
bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir
hastaya kısmen zararlıdır;su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine
zararsız menfaat verir,tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarar ne
menfaattir. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin... İşte burada hak taadüt
etti,birden fazla oldu. Beşi de haktır.”Su yalnız ilaçtır,yalnız
ciptir,başka hükmü yoktur”denilebilir mi?
İşte bunu gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir.
Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur,maslahat olur.. Mesela ,bugün
bile Şafii mezhebine mensup olanların genel karakteri köylüğe ve bedeviliğe
daha yakındır. Cemaatı bir vücut haline getiren hayat-ı içtimaiyyede (sosyal
hayatta) eksik olduğundan her biri namazda imam arkasında fatihayı ayrı ayrı
okuyarak,Cenab-ı Allah a kendi dertlerini bizzat söylerler ve O ndan ne
istediklerini ifade ederler. İmam-ı Azam a tabi olanlar ise genellikle medeniyete ve şehirliğe daha
yakın ve içtimai yaşayış da müsait olduğundan bir cemaat bir şahıs hükmüne
girip bir tek adam herkes namına söyler,ona uyanlar kalben onu tasdik
ettiklerinden ve onun sözü herkesin sözü hükmüne geçtiğinden Hanefi
mezhebi mensupları imam arkasında fatiha okumazlar...
Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin
hangisini ele alsak,imamların dayandıkları
noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu husuta İmam Şarani
hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazarak,mezhep imamları arasında bir
mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.”
BİR MİSAL
Mezhep
imamları İslami meseleler de değil uygulanış tarzında kendilerine göre
haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte
bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında
ihtilaf etmişlerdir.
Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin,”başınıza meshedinizé emri
“ bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan arapçada çeşitli
kelimelerin başına gelen “b” harfi,bazen “güzelleştirmek “ bazen
“bazı” manasını vermek ve bazen de “bitiştirmek” manasını vermek için
gelir. Abdest ayetinin”ruusiküm” kelimesinin başına
gelen “b” harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar
ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır. Buradaki “b” harfi her
üç manaya da gelir. Bunu içindir ki İmam Maliki hazretleri:
“Başa
meshederken,başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki “b” harfi
güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” demiştir.
İmam-ı
Ebu Hanefi hazretleri ise:
“bu
“b” bazı manasına
gelmektedir. Bazşın bazısına meshedilirse kafi gelir” demiştir.
İmam-ı Şafii
hazretleri ise:
“bu
“b” bitişmek masına gelmektedir. Sadece elin başa bitişmesiibir kaç kıla
değmesi kifayet eder,mesh tamam olur.” Der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının
her birinin hak yolda oldukları,teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin
bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı
olanların iddialarını havada bırakır..”
bu arada kanun maddesi bir olduğu halde anlayış farklarından aynı
meselede çeşitli mahkemelerden birbirine yüzde yüz zıt ve
farklı hükümler ortaya çıkmaktadır. Birisi ortaya çıkıp da “bu neden
böyle oluyor?” diyemezken mezhep meselesinin dile dolanması iyi niyetle ve
gerçekçilikle kabil-i telif değildir.
MEZHEPLER BİRLEŞEBİLİR Mİ?
İnsanoğlunun
bir hayat seviyesinde bulunmayışı şeriatları bir olduğu halde mezheplerin
farklı olmasında rol oynamıştır. Şayet insan oğlunun mutlak bir
ekseriyeti, bir yüksek okulun talebesi gibi yaşayış tarzında bir hayat
seviyesine girse o zaman mezhepler birleştirilebilir. Fakat dünyanın şuanki
durumu o hale müsade etmediği gibi mezhepler de bir olmaz ,birleştirilemez..
Dolasıyla her bir mümin bir mezhep üzere ibadet ve taatını
yapmaya,bir mezhebi taklit etmeye mecburdur. Ancak mezhep imamları ve büyük müçtehitler
birbirlerini taklit etmeye mecbur değildir, kendi içtihatları üzere amel
ederle. Bunu dışında ileri geri konuşanlar ve mezhep imamlarına dil
uzatanlarda bir art niyet aramak ve sözlerine itibar etmemek gerektir.
TELFİK MESELESİ
Bir
de telfik meselesi vardır. Telfik fıkıh usulünde “ Muayyen bir mesele ve
maddede iki veya daha fazla mezhebin hükümlerini bir araya getirmek” şeklinde
tarif edilir. Telfik de yine mezhep imamları veya onların derecesinde olan
kimseler tarafından yapılır. Telfikten sonra hiçbir mezhebin kabul edemeyeceği
Bir hüküm
çıkarsa bu telfik caiz değildir. Mesela :Nikahta Hanefi,Maliki,Şafii
mezheplerini birleştirerek “velisiz,mehirsiz ve şahitsiz” bir nikah akdi
yapılsa bu nikah geçersizdir. Zira
böyle bir tarzı ne bir mezhep imamı ne de başka bir müçtehit benimsemiştir.”
Genel görüş,bir
hadisenin vukuundan ve belli bir hükümle
amelden sonra o hadisenin hükümünü değiştiren bir başka mezhebin hükmünü
benimsemesinin caiz olmaması şeklindedir. Ancak telafisi imkansız meselelerde
yapılan işin bir mezhebin hükmüne uygun olması mezheplerin rahmet oluş
cihetidir ve insanı kalp huzuruna götürür. Mesela İmam Ebu Yusuf hamamda yıkandıktan
sonra Cuma namazını kılar. Bilhare kendisine
hamamın haznesinde ölü bir fare bulunduğu haber verilir. Hanefi mezhebine göre
Ebu Yusuf hazretlerinin abdesti sahih olmamıştır ve böylece Cuma namazını kılmıştır.
Fakat yeniden Cuma namazı kılması mümkün olmadığından Ebu Yusuf
hazretleri “ Medineli olan kardeşlerimizin reyleriyle amel etmiş oluruz”
demiştir.
Ama
telafisi mümkün meselelerde telfik caiz değildir. O zaman öyle bir kapı açılır
ki dini hayatımız alt üst olur. Bu meseleye bir fiili bilmeden işledikten
sonra başvurulabilir. Bu da telafisi imkansız meselelerde olabilir. Mesela
Cuma namazı gibi. Çünkü Cuma namazı belli bir vakitte belli şartlarda kılınır.
O vakit çıktıktan sonra bu namazın kazası diye bir durum yoktur. Ama bir öğle
namazı böyle değildir. Namazı bozacak bşr durumun farkına sonradan varılınca,vakit çıkmamışsa yeniden kılınır,vakit
çıkmışsa kaza edilir.